Anasayfa / HİKAYEM

HİKAYEM

2002 yılına geldiğimizde, Kırıkkale Organize Sanayi Bölgesi’nde fabrikası olan Metal  Grup Isı  Sistemleri Anonim Şirketi’nin Yönetim Kurulu başkanı, bir Holdingin Ankara bölge müdürü,  Siyasetin tam  göbeğinde,  gece gündüz koşturan, sporunu  muntazam yapan, kırk küsur yaşlarında bir insandım.

O günlerde (sanki  genç – yaşlı herkes kanser olmak için hazır bekliyormuş gibi)  “Erken teşhis erken tedavi” sloganıyla yapılan reklamların etkisi ile, altı ayda bir “Checkup” yaptırıyordum. (Bence bu gün, belirli risk grupları haricinde, sağlık taraması adı altında yapılan  checkuplar, hastalık üretimi için yapılmaktadır) (*)

Bir özel hastanede rutin checkup sırasında, doğrudan yüzüme karşı “kanser olduğum” söylenince bir an abandone  oldum. İnanmak işime gelmediği için ikinci bir özel üniversite hastanesinde tekrarlattım ve aynı cevabı aldım. Son bir umutla Ankara’nın büyük hastanelerinden birinde, sahasında ünlü Onkoloji Bölüm Başkanı olan bir profesör kanalıyla işlemleri tekrarlattım ve “kansersin” cevabını tekrar aldım.

Ne yapacağımı bilemez bir haldeyken, leğen kemiğimden ilik alıp ona göre kemoterapiye  başlanması gerektiğini, tedaviyi kabul etmem halinde (o günkü şartlarda) üç yıl civarında, tedavi görmezsem belki altı ay civarında yaşayacağımı söylediklerinde, kafam iyice allak bullak oldu.

Ahiret, cennet, cehennem,  çocuklarım, torunlarım, kardeşlerim, annem, babam, dostlar, arkadaşlar,  sevdiklerim, sevmediklerim, hayallerim, umutlarım, daha önceden planladığımız yatırımlar, yarım kalan işler,  projeler, alacaklar, verecekler, ve daha bir sürü şey yıldırım hızıyla kafamın içinde uçuşmaya başladı.

Her an gelme ihtimali olmasına rağmen, sanki hep başkaları ölecek, bize  hiç  gelmeyecek  sandığım ölüm, benim için ufukta görünmüş, çok uzak olmayan bir tarih aralığında  geleceği  “kesin bir ifadeyle” söylenmişti.

Kısa bir süre kendimi dinledikten sonra hastanelerde sürünerek üç yıl yaşamaktansa, adam gibi üç ay yaşayıp ölmenin daha akıllıca olacağına karar vererek, “modern tıpla”  (hasta hanelerle) olan bağlantımı o gün kestim.

Bir ay içerisinde fabrika başta olmak üzere, satılabilecek gayri  menkul  cinsinden her şeyi sattım. Ölümü kabullenmek ve  personel,  imalat, pazarlama, çek, senet, Bağ Kur, SSK, alacak verecek gibi, “bağışıklığımı düşürecek”  her türlü meşgale ve  stres kaynağının ortadan kalkması, beni iyice rahatlattı.

Her şeyi sattıktan sonra, şirkette çalışan Kazakistan uyruklu bir elemanın zorlamasıyla, “doğal tedavi”  yöntemlerini  görmek ve uygulatmak  üzere Türkistan bölgesinde, dağların arasında, orman içerisinde bir sanatoryuma yattım.

Akupunktur, Oksijen tedavisi, bitkisel tedavi, çamur banyoları, bitki banyoları, sauna ve bitkisel yağlarla masaj gibi, insan sağlığı üzerinde gerçekten çok olumlu etkileri olan, uygulamaları bir arada ilk defa orada gördüm.

Kazakistan’dan döner dönmez de, “insan kitabını”  (bana göre insan vücudu okunmayı bekleyen,  büyük ciltlerden oluşan tam bir külliyat)  okumaya, Kazakistan’a gitmeden önce herkes gibi “koca karı ilaçları” diye dalga geçtiğim,  “geleneksel tıp” konusunda araştırmalar yapmaya  başladım.

Tam altı yıl hastanelere hiç uğramadım. O günlerde Müsteşar Muavini olan, bir arkadaşımın zorlaması ile yeniden checkup yaptırdım ve kanser açısından sapa sağlam olduğum sonucunu aldım.

Sadece sol böbreğimde kist, karaciğerimde yağlanma olduğu söylenerek, takip edilmesi gerektiği bildirildi. Söylenenleri zerre kadar kafama takmadan gülüp geçtim. Çünkü takip edilmesi gerekir dedikleri  şikayetlerin, nasıl ortadan kaldırılacağını (Allaha şükürler olsun ki) artık biliyordum ve o günden sonrada hastanelere ziyaret dışında hiç uğramadım

“İnsan kitabını” okumaya, araştırmaya, başladıktan sonra, “İnsan nasıl bir yaratık, neden hasta olur, sağlıklı kalmak çok mu zor, hasta hanelerde sürünmek zorunda mıyız, sağlıklı ve uzun bir ömür geçirmek mümkün değil mi, sağlık işini sadece tıp fakültesi  mezunları mı bilir” gibi  sorular, kafamı sürekli meşgul etmeye başladı.

Dünyanın her yerinde bu soruların cevabını aramaya başladım. Arıcılar Birliği kanalıyla, iki senede bir dünyanın değişik yerlerinde (Amerika, Meksika, Brezilya, Arjantin, Güney Kore, Ukrayna gibi) yapılan Uluslar Arası  “Apimondia” Kongrelerine katıldım yada sonuçlarını inceledim. Çin  ve Kazakistan (defalarca) başta olmak üzere dünyanın bir çok ülkesine gittim ve ulaşabildiğim her türlü kaynağı değerlendirdim.

Ülkemizde tahsilli tahsilsiz demeden, Geleneksel Tıp, fitoterapi yada doğal tedavi yolları  ile uğraştığı söylenen pek çok insanla görüştüm. Yazılı ve sanal ortamda ulaşabildiğim, okuyabileceğim her türlü kaynağı okudum.

Yaklaşık  yirmi  yıllık okuma, araştırma ve uygulama sonucunda, bu soruların tamamının cevabını buldum. Ancak  bütün bu soruların  cevabı dışında, Geleneksel Tıp, Fitoterapi  veya  doğal tedavi  adı altında yapılan uygulamalardaki korkunç  bilgi kirliliğini de gördüm. Belki de  bildiklerimi paylaşma konusundaki en etkili  gecikme nedeni de bu oldu.

İnsanlara yanlış bilgi verme endişesi nedeniyle, bir çok şeyi tekrar tekrar araştırdım uyguladım. Kendimde, birinci derece yakınlarımda yada arkadaşlarımda  uygulamadığım  hiçbir şeyi başkasına tavsiye etmedim.

Bu süre zarfında bildiklerimi uygulamak  için de bolca fırsatım  oldu . Çünkü sinüzit, faranjit, bronşit, gastrit, nefrit gibi basit  enfeksiyonel  hastalıkların dışında,  değişik  tarihlerde, Oğlum Bekir’e  Vitiligo, üç kızımdan, Hilal ve Zeynep’ e  “MS –Multipl Skleroz“,-  teşhisi, daha sonraki tarihlerde de  Zeynep’e  “meme kanseri” teşhisi kondu. Küçük kızım Nuveyba ise 9 yaşını tamamladı ve bu güne kadar çocuk aspirini dahi kullanmadı. (Allah’ıma şükürler olsun ki, şu anda  dördününde hiç bir sağlık problemi yok)

Bu  gün şunu rahatça söyleyebilirim ki, kesinlikle sağlıklı ve uzun bir hayat yaşamamız mümkündür ve kendi elimizdedir. Yeter ki hasta olup da, “sizi hep başkalarının iyileştirmesini beklemek” yerine, kendi vücudunuzu tanıyarak, dilini anlamak, mesajlarını almak adına, en azından arabanız yada cep telefonunuz kadar ilgi  göstererek, hasta olmadan öncesinde ve sonrasında neler yapmanız gerektiğini öğrenin.

Nihayet tecrübelerimi, öğrendiklerimi  ve  bildiklerimi paylaşmaya, ilgilenen herkese aktarmaya karar vererek, elinizdeki kitap başlangıç olmak üzere, okuyan, ilgilenen her insanın yararlanması için yayınlattım.

Okuduğunuz kitap, yazarın  insan sağlığı ve hastalıklarla ilgili görüş ve tespitlerini  içermektedir. İnsan vücudu, hasta oluş nedenlerimiz, çözüm önerileri, hasta olmamak için yapılması gerekenler, doğru beslenme, geleneksel  tıp,  apiterapi ve  fitoterapi  konularında  faydalı ve aydınlatıcı bilgiler vermeyi gaye edinmiştir. Benim ya da yayıncının  bu makaleler aracılığıyla,  insan  sağlığıyla  ilgili, veya başka türlü profesyonel hizmet vermek gibi bir düşüncemiz  yoktur.

Çok sayıda insanın yardımı, desteği ve cesaretlendirmesi olmasaydı, şu an elinizde tuttuğunuz kitap asla ortaya çıkmazdı.

Çünkü benim tıpla ilgili bir diplomam yok. Makine Mühendisiyim, İşletme Yönetimi okudum, Devlet planlama teşkilatında, Hazine Müsteşarlığında, özel sektörlerde çeşitli görevlerde bulundum.  İmalat, ithalat ve  basın gibi  farklı konularda, maaşlı yada kendi iş yerlerimin yöneticiliğini yaptım. Ancak Tıpla ilgili resmi  ya da özel hiçbir okulda “teorik yada pratik Tıp eğitimi” almadım.

Tıp eğitiminin ne kadar zor olduğunu bilen birisi olarak, tüm tıp mezunlarına ve emeklerine saygı duyuyorum. Ancak bu günkü sağlık sistemindeki  açmazlar ve hastalıklara farklı yaklaşımım nedeniyle, bu kitabı yazmam halinde,  tıp camiasının değiştirilmemek üzere, çeliğe işlenmiş  olan ilkelerinden, bir çoğu ile, ters düşeceğimi, bunlarla mücadele etmem gerekeceğini de  biliyorum .

“İnsan sağlığını, hastalığını ve her türlü çözümünü sadece doktorlar bilir” psikolojik toplum  baskısı  bile,  yazılarımı yayınlamamak için yeterli sebepti.

Bu nedenlerle sitemizin kuruluşunda destek olan arkadaşlara teşekkür ediyorum.

*Checkup konusunda, daha ayrıntılı bilgi için sayın Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın’ın  “Rabbim Beni Doktorlardan Koru” adlı kitabına bakabilirsiniz