İnsanlık tarihi boyunca, hakkında bilgi sahibi olduğumuz bütün kadim medeniyetler de “Gençlik ve ölümsüzlük iksirleri” arandı ve bundan sonrada aranmaya devam edilecektir.
Kur’an’da üç ayrı surede geçen “Her nefis ölümü tadacaktır” mealindeki Ayetlere yürekten inanan bir Müslüman olarak, gençlik ve ölümsüzlük iksiri diye bir şeyin bulunduğuna, ya da bulunacağına asla inanmıyorum.
Ancak genel sağlık durumumuzun (anne ve babalar bilinçlendirilerek) anne rahminden itibaren ele alınarak, insan ömrünün bir bütün olarak düşünülüp, vücudumuzdaki doğal düzenin bozulmasına neden olacak her türlü etkenden uzak durup, belirli beslenme ve sağlık kurallarına uygun yaşamayı, hayat tarzımız haline getirdiğimiz takdirde; uyku bozuklukları, diyabet, yüksek tansiyon, prostat, bunama, işitme bozuklukları, görme bozuklukları, kemik erimesi, eklem kireçlenmesi, yürüme bozuklukları, bronşit, astım, damar sertliği, parkinson, alzheimer, bunama, kanser çeşitleri gibi ihtiyarlık hastalıkları denilen bir çok hastalığa yakalanmadan, güçten kuvvetten, düşüp başkalarına muhtaç olmadan, sağlıklı ve uzun bir ömür geçirebileceğimize inanıyorum.
Öncelikle yaş alma (yaşlanma) ve ihtiyarlık kavramlarının birbirine karıştırılmaması gerektiği bilinmelidir. İnsanlık tarihi boyunca, zamanı durdurmak asla mümkün olmadığı gibi, geçen zamanın da geri getirilemeyeceği, her insan tarafından bilinen yalın bir gerçektir. Yani nefes alıp verdiğimiz her saniye yaş alıyoruz (yaşlanıyoruz) ve bir gün mutlaka öleceğiz demektir.
Bu durumda yaş almaktan korkmamıza da gerek yoktur. Asıl dikkat etmemiz, ya da korkmamız gereken şey, bir çok hastalık sonucu, güçten kuvvetten düşerek, hareket kabiliyetimizin sınırlanması, yaşam kalitemizin iyice düşmesi, yani “ihtiyarlamamız” olmalıdır. Bu noktada çok yanlış bir algı, ya da anlayışın daha düzeltilmesinin şart olduğuna inanıyorum.
Sanki hastalıklar yaşlanma hızımızın mecburi bir sonucuymuş, sadece yaşlandığımız için, çeşitli hastalıklara yakalanıp ihtiyarlıyormuşuz gibi çok yanlış bir anlayış yerleşmiştir. Halbuki yaşlılık “standart şikayetleri olan” bir hastalık değildir. Sadece yaş ilerledikçe, kendi yaptığımız hatalara bağlı olarak hastalık riski artabilir. Aynı yaşta olan bir çok insanın, hareket kabiliyetlerinin, düşünme yeteneklerinin, genel sağlık durumlarının birbiri ile tıpatıp aynı olmadığı da her insan tarafından bilinen bir gerçektir. Örneğin 60’lı, 70’li, 80’li, 90’lı yaşlarda olan, yüz binlerce insanı bir araya getirsek sağlık durumları tıpatıp aynı olan iki kişi bulamazsınız. Kimisi yatalak vaziyette bir çok hastalıkla uğraşıp ölmek için Allah’a yalvarırken, kimisi sapasağlam ayakta, kendi işini kendi yapar vaziyettedir. Kimisi sabah yediğini öğlen hatırlayamazken, bir diğeri makaleler kitaplar yazıp üretime devam etmektedir. Kimisi daha 60’lı yaşlarda artık emeklilik vakti geldi moduna girip, hayattan kendisini dışlayıp, her şeyden elini eteğini çekerken, aynı yaşta bir başka insan üniversite kazanıp, bitirip diploma almanın heyecanını yaşamanın hayalini kurmaktadır.
Yani yaşlı iken de sağlıklı, üretken ve başarılı olmamız, hayattan fazlasıyla zevk almamız mümkündür ve tarih yaşlanmalarına rağmen, başarının zirvesine yerleşmiş insanlarla doludur.
Örneğin Mimar Sinan 70 yaşlarında kendisini kalfa olarak görerek (Süleymaniye Camii için ‘kalfalık eserim’ demiş) doksanına merdiven dayadığı yaşlarda Selimiye Camii gibi muhteşem bir eseri bitirmiş.
Galile Ay’ın günlük ve aylık hareketlerinin çizimini yaparken 73 yaşındaymış. Ünlü İtalyan besteci Verdi, ünlü operası otello’yu bestelerken 75 yaşındaymış. Goethe en büyük eseri olan Faust’u 82 yaşında tamamlamış.
Ünlü sanatçı Michelangelo Hazreti İsa’yı Hazreti Meryem’in kollarında tasvir eden, ünlü eseri Pieta’yı bitirdiğinde 87 yaşındaymış.
Ünlü İrlandalı yazar George Bernard Show 94 yaşında bile yazmaya üretmeye devam etmiş.
Belki de bu insanların bu kadar başarılı olmalarının en büyük sebebi, artan yaşla birlikte daha da belirginleşen bilgelik, ağırbaşlılık, mantıklı davranma, doğru düşünme, sabırlı, tutarlı ve hoşgörülü olmak gibi vasıfları kullanarak, yaşlılığı bir avantaja çevirmeleri idi.. Bu noktada her insanın kafasında belirecek olan, ileri yaşlarda da faydalı bir şeyler yapabilmek için, her şeyden önce “Genel sağlığımızın yerinde olması gerekmez mi ?..” sorusunun cevabını vermem gerektiğini biliyorum. Evet genel olarak sağlıklı olmak gerekir ve bizlerin de yaşlandığımız vakit “İhtiyarlamadan” uzun süre sağlıklı kalmamız kesinlikle mümkündür.
Eğer ihtiyarlık nedenleri doğru tespit edilip gerekli tedbirler önceden alınırsa, ölünceye kadar sağlıklı ve üretken bir insan olarak, devlete ya da etrafımızdaki insanlara yük olmadan yaşamamızın mümkün olacağına inanıyorum. Öncelikle “yaşlandığımız için ihtiyarlayıp hasta oluruz” anlayışının değiştirilmesi şarttır. Çünkü biz yaşlanıp ihtiyarladığımız için hasta olmayız. Aksine “hasta olduğumuz için ihtiyarlarız”.
Vücudumuz ortalama 100 trilyon hücreden meydana gelir. Bu hücrelerin her birisi hem kendisini yenileme kabiliyetine sahiptir, hem de her hücre diğer hücrelerle etkili bir şekilde iletişim halindedir ve sağlıklı bir bedene sahip olmanın temel şartı budur. Bu yenilenme ve iletişimin başarılı bir şekilde yerine getirilebilmesi için de, (yani sağlıklı bir yaşam için de) vücudumuzdaki çoğunluk hücrenin fonksiyonlarını eksiksiz yerine getirecek derecede sağlıklı olması şarttır.
Yaşımız kaç olursa olsun, mikro gıda yetersizliği, herhangi bir sebeple oluşan enfeksiyonlar, ya da çeşitli şekillerde aldığımız veya vücudumuzda oluşan toksinler nedeniyle bazı hücreler arızalanır, kendisini yenileyemez fonksiyon bozukluğu göstermeye başlarsa, o hücrelerin meydana getirdiği organ ya da sistemler görevlerini eksiksiz yerine getirmekte zorlanır, bağışıklığımız zayıflar ve hastalıklar başlar. Hastalıklar çoğaldıkça da bağışıklığımız iyice zayıflamaya, enerjimiz azalmaya, hareket kabiliyetimiz kısıtlanmaya, kısaca “ihtiyarlamaya” başlarız.
Yani ihtiyarlamamızın asıl nedeni yaşlanmamız değil, vücudumuzdaki kusurlu ve ölü hücre sayısının çoğalması sonucu hastalıkların artmasıdır. Burada önemli olan hastalıkların ve ihtiyarlamamızın tek sebebinin “hücresel fonksiyon bozukluğu” olduğunun bilinerek bu hücrelerin fonksiyon bozukluğuna neden olan faktörlerin ortadan kaldırılmasıdır.
Bu güne kadar yaptığım araştırmalarda; ister devlet eliyle olsun, ister üniversitelerimiz kanalıyla olsun, “ihtiyarlığın önlenmesi” yönünde, bazı tavsiyelerin dışında, ciddi bir çalışmaya rastlayamadım. Yapılan çalışmaların tamamında, ihtiyarlığın önlenmesinden ziyade, ihtiyarların hayat standarlarını yükseltmek, ya da işlerini kolaylaştırmak yönünde tedbir ve tavsiyelerden ibarettir. Halbuki öncelikle yapılması gereken şey, hastalanmamıza ve ihtiyarlamamıza neden olan faktörlerin tesbit edilerek, ta çocukluktan itibaren gerekli tedbirlerin alınması, hücresel sağlığımızı bozacak her türlü etkenlere karşı gerekenleri yapmak olmalıdır. Çünkü sağlık problemleri artık sadece yaşlılarımız için değil, tüm yaş grupları için çok büyük bir problem ve çok büyük bir yük haline gelmiştir. Daha önceleri sadece yaşlılarda görülen bronşit, astım, zatürre, mide – bağırsak iltihabı, idrar yolu enfeksiyonu, diyabet, obezite, kanser gibi bir çok hastalığın artık çocuklarda da görülüyor olması, ileri tarihlerde sağlık probleminin ne kadar büyüyüp taşınılmaz hale geleceğinin en büyük göstergesidir.
Dünyadaki, özellikle gelişmiş ülkelerdeki yaş ortalaması sürekli yükselmektedir. Birleşmiş Milletler 2010 yılı dünya nüfusunun umutları (World Population Prospects the 2010) raporuna göre, 65 yaş ve üzerindeki bireylerin dünya nüfusunun yaklaşık %11’ini oluşturduğu, 2050 yılında ise bu oranın %26’ya yükseleceği tahmin edilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO- World Health Organization) nün 2013 yılı Dünya Sağlık İstatistiklerinde, 21 Avrupa Ülkesinde 60 yaş üstü nüfusun, toplam nüfusa oranının %20’yi aştığı gösterilmiştir.
TÜİK- Türkiye İstatistik Kurumu 2013 yılı verilerine göre, ülkemizde 2012 yılında yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %7.5 iken, bu oranın 2050 yılında %20.8’e çıkacağı öngörülmektedir.
Dünyanın en eski ve en prestijli tıp dergilerinden olan Lanset dergisinde 1995 yılında yayınlanan geniş kapsamlı bir araştırmaya göre; Batı Ülkelerinde yaşlı nüfus, hastaneye kabullerin %50’den fazlasını ve sağlık kaynaklarının %40’ını tüketmektedir. Muhtemelen ülkemizdeki durumda bundan daha farklı değildir.
WHO- Dünya Sağlık Örgütü’nün 2012 yılında yayınladığı “Halk Sağlığı Önceliği Demans” (Dementia a Puplic Health Priority) adlı raporunda 2010 yılı itibarıyla Dünya genelinde sadece Demans hastalarının ülke ekonomilerine maliyetinin 604 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu öncülüğünde hazırlanan “Türkiye Sağlıklı Yaşlanma Eylem Planı ve Uygulama Programında (Dünya Sağlık Örgütü 2012 yılı verilerine dayanılarak) Ülkemizde 65 yaş ve üzeri grubun %90’ında bir, %35’inde iki, %23’ünde üç, %15’inde ise dört ve daha fazla kronik sağlık sorunu olduğunun tahmin edildiği belirtilmiştir. (WHO) Dünya Sağlık Örgütü 2016 yılı veri tabanına göre OECD Ülkeleri içerisinde yer alan ülkemizin 2015 yılı kişi başı sağlık harcaması 791 euro’dur. Toplam da 63.280.000.000 euro olan “sağlık harcamamız” büyük oranda devletimiz tarafından karşılandığı için, toplum olarak pek umursamıyor veya dikkatimizi çekmiyor olabilir.
Ancak önümüzdeki yıllarda devletin de gücünün yetmeyeceği hale gelecek ve bir gün, Amerika ve bazı Avrupa Ülkelerinde olduğu gibi, bu yükü artık “Devlet” olarak kaldıramıyorum başınızın çaresine bakın derse; hastane kapılarında sürünen yada ölen çok sayıda insanımızla karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Özellikle genç ve orta yaşlı vatandaşlarımızın (ellerinde fırsat varken) sağlıklı yaşama ve yaşlanma kurallarına uygun yaşamayı hayat tarzları haline getirerek, hem daha kaliteli bir ömür geçirmeleri, hem de devletin sağlık giderlerinin azaltılmasına katkıda bulunabilecekleri konusunda uyarmak isterim.
Gelecek ilk yazımızda bu konuya “ihtiyarlığı geciktirmek elimizde” ve yine “ihtiyarlığı geciktirmek için neler yapalım” başlıkları altında devam edeceğiz. Yorum Gönder 11