Modern Tıp anlayışına göre (Türkçe de vücudumuzun herhangi bir maddeye karşı gösterdiği olumsuz duyarlılık anlamında kullanılan) alerjiler; genetik yapı, çevresel faktörler ve zararsız antijenlere karşı bağışıklık sisteminin gösterdiği tepkiler gibi bir çok nedene bağlı olarak ortaya çıktığı kabul edilen bir “hastalık olarak kabul edilir.”
Geleneksel Tıbbı savunan ve bütüncül (holistik) tedaviden yana olan bir çok bilim insanına göre ise; alerjiler vücudumuzda biriken aşırı toksin yükü nedeniyle, yediğimiz gıdalara ve çevremizdeki çeşitli maddelere karşı bağışıklık sistemimizin verdiği aşırı ve anormal tepkiler sonucu ortaya çıkan semptomlar (sinyaller) dır.
Modern Tıp alerjileri bir hastalık olarak gördüğü için, “nedenlerini araştırıp ortadan kaldırarak asıl hastalığı tedavi etmek yerine,” sadece çeşitli testler sonucu allerjen kabul ettiği maddeleri yasaklayarak, antihistaminik ler, ACTH (adrenokortikotropik hormon) ve kortizon gibi hormonal ilaçlar reçete ederek alerjileri gizlemeyi tercih eder.
Semptomları bastırmak üzere reçete edilen bu ilaçlar ise, problemi çözmekten ziyade büyütmekten başka hiç bir işe yaramazlar. Çünkü semptomları bastırmak asıl hastalık nedenini büyüteceği gibi, dışarıdan alınan hormonların vücut dengesi üzerinde ki çok zararlı etkileri de tartışılmayacak derecede fazla açıktır.
İnsanların pek çoğu, sistemin öğretileri gereği alerjilerin basit hastalıklar olduğunu, kısa süreli, geçici rahatsızlıklar verdiklerini ve hormonal ilaçlarla kolayca ortadan kaldırılabileceğini düşünüyor olabilir. Oysa durum sanıldığı gibi değildir.
Çünkü alerjiler; bağışıklık sistemi zayıflığı, inflamasyon, aşırı uykusuzluk, aşırı yorgunluk, depresyon, anksiyete, bazı böbrek hastalıkları, bademcik iltihabı gibi sık sık tekrarlayan enfeksiyonlar, çocuklarda aşırı hareketlilik, öğrenme zorluğu, iltihaplı romatizma, ağız ülserleri, karın ağrısı, hazımsızlık, bağırsak florası bozulmuş düzgün çalışmayan sindirim sistemi gibi, bir çok “rahatsızlık ve hastalık belirtisi olarak” ortaya çıkan semptomlar (sinyaller) dır.
Özellikle “pek çok gıda alerjisi, işlev bozukluğu gösteren, bağırsak florası bozulmuş, sindirim sisteminin bir neticesidir.” Tam sindirilecek hale gelmemiş gıda parçacıkları ile bağırsak çeperlerinde birikerek, vücut ısısında çürüyen ve toksinler haline gelen bir çok madde, hem emilim yoluyla hem de hasar görmüş bağırsak dokusundan kana karışarak alerjik reaksiyonlara ve bir çok hastalıklara neden olurlar.
Bu konudaki en iyi örneklerden birisi; ince bağırsağın “gluten” adlı bir proteine karşı ömür boyu süren (kronikleşen) alerjisi olarak tanımlanan “çölyak hastalığı” dır. Vücudumuzda buğday ve benzeri tahıllarda bulunan proteinlerin sindirimi iki aşamada gerçekleşir. Tahıl ürünlerinde bulunan proteinler ilk aşamada mide duvarı tarafından üretilen sindirim sıvıları ile “glüteno morfin veya gliado morfin” denilen (ve uyuşturucu olarak kullanılan morfin benzeri kimyasal yapılara sahip) “peptitlere” ayrılırlar.
Daha sonra sindirimin ikinci aşaması gerçekleşmek üzere bu peptitler 12 parmak bağırsağına geçerler. Burada pankreas tarafından üretilen çeşitli sıvılara maruz kalarak, “enterositlerin mikro villuslarının üzerinde bulunan peptidaz adlı enzimler” tarafından parçalanarak, vücudumuz için gerekli olan bazı mikro gıdalar elde edilir ve emilmek üzere bağırsak duvarına ulaştırılırlar.
İşte “bağırsak florası bozuk kişilerde, glüten alerjisine neden olan” (enterositlerin zayıflığı nedeniyle gerçekleşmeyen) “sindirim aşaması budur.” Peptidazlar tarafından parçalanıp hiçbir değişikliğe uğratılmayan peptitler, “glüteno morfin” yapısında kana karışarak, “beyin ve bağışıklık sistemi fonksiyonlarını bozarak” bir çok sağlık problemine, özellikle “çölyak hastalığına” neden olurlar.
Ayrıca; tam hazmedilmediği için sindirilmeden kana karışan diğer gıda parçacıklarını bağışıklık sistemi yabancı madde olarak algılar ve kısaca “alerji dediğimiz bir bağışıklık tepkisi gösterir.” Beynimiz bu tepkiyi hep hatırlar ve o gıdayı her tükettiğinizde bu maddelere karşı, alerjik bir reaksiyon göstererek, antikorlar üretir.
Bu antikorlarla, alerjen maddeler aralarında etkileşim gösterdiklerinde, tüm vücudumuzda “alerjen/antikor kompleksleri” denilen aşırı toksik maddeler meydana gelir. Bağışıklık sisteminin meydana getirdiği bu kompleksler vücudumuzda (detoks sistemelerimizin kapasitesinin üzerinde toksin birikmesi halinde) karaciğerde, akciğerlerde, böbreklerde, beyin damarlarında, beyin zarlarında, kılcal damarlarda birikerek, sağlığımıza zararlı bir dizi reaksiyona sebep olacak kimyasallar salgılanmasına neden olurlar.
Özellikle (nedeni tespit edilemeyen) “damarlarda, eklemlerde veya organlarda meydana gelen pıhtılaşma” nın asıl nedeninin, “alerjen/antikor kompleksleri olabileceği” unutulmamalıdır. Alerjik bünyeye sahip insanlarda, tüm böbrek hastalıklarının yaklaşık yüzde doksanının nedeni toksik maddelerdir.
Alerjiler kesinlikle hafife alınmayarak, “sindirim sistemimiz muntazam çalışır hale getirilmesi, bağışıklık sistemimiz güçlendirilmesi, vücudumuzun toksinlerden arındırılarak,” alerjik reaksiyonların ve bir çok hastalığın en başından önlemesinin mümkün olacağı unutulmamalıdır.
Alerjik bir bünyeye sahipseniz; kimyasal yada sentetik ilaçlar kullanarak, vücudunuzun hormon dengesini bozmadan önce, bağışıklık sisteminizin tepki verdiği gıdalar ve diğer maddeleri belirleyin ve onlardan uzak durmaya özen gösterin.
Daha da önemlisi “bağırsak floranızın normal, sindirim sisteminizin iyi çalışır durumda olmasına” dikkat edin. Ayrıca “Bağışıklık sisteminizin güçlenmesine destek olacak şekilde”, yaşam tarzınızı ve beslenme şeklinizi değiştirin.
Arı sütü, propolis, polen, hakiki bal gibi arı ürünleriyle, kakule, tarçın, hardal tohumu, turp tohumu, havuç tohumu, kırmızı kinoa, kaniwa, goji berry, yaban mersini, keçi boynuzu, rezene, ginseng, çakşır otu, çörek otu, tere tohumu, keten tohumu, havlıcan, zencefil, ada çayı, kuş burnu, ekinezya, biberiye, civan perçemi, karanfil (vs) gibi bitkilerle “bağışıklık sisteminizi güçlendirebileceğinizi” unutmayın.
Bağışıklık sistemini güçlendirmenin yanında, alerjileri ve alerjik reaksiyonların vücudumuzda yol açtığı hasarı tamamen önlemenin, ya da minimum seviyeye indirebilmenin diğer bir şartı da, “bedenimizin toksinlerden temizlenmesidir.”
Bunun için de; öncelikle dışarıdan alınan (alkol, sigara, çamaşır suyu, deterjanlar, şampuanlar, sıvı sabunlar gibi çeşitli temizlik malzemeleri, saç boyası, oje, diş macunu, parfüm, deodorant gibi kişisel bakım ürünleri vs) her türlü toksin kaynağını hayatınızdan çıkarın yada minimum seviyeye indirin.
Karaciğer ve böbrek temizliği gibi çeşitli detoks programlarından yararlanılarak, vücudunuzun detoksifiye etme becerisinin en üst seviyeye çıkarılmasına destek olun. Bunlara ilave olarak da; “antioksidan özelliği fazla” (mevsimine göre) mürdüm eriği, siyah üzüm, kiraz, karpuz, ekşi elma, kırmızı pancar, siyah havuç, siyah turp, nar, greyfurt, limon, portakal, enginar, kereviz, brokoli ve benzeri meyve ve sebzeleri canlı (çiğ) olarak (veya suyunu sıkarak) çeşitli şekillerde tüketerek vücudunuzdan toksin atımına destek olun.
Hafta sonunun sağlık bilincimizin çoğaltılmasına vesile olması dileğiyle…
*Konuyla ilgili çok detaylı bilgileri “Kanserle Savaşırken Öğrendiklerim” adlı kitabımda bulabilirsiniz.
Ümit Yurtkuran
Detaylı ve özenilerek yazılmış bu yazı hakikaten çok aydınlatıcı olmuş,üstün başarılarınızın devamını dilerim.
Feyza hanım ilginiz ve iyi dilekleriniz için çok teşekkürler…